28 Eylül 2007 Cuma

ANTALYA BELEK’TE ORKİNOS

Aşağıda gördüğünüz kuzu Antalya Belek’te Club Robinson Nobilis’te yenilmiş ve de tüketilmiştir. :) Kendi tuttuğumuz balık demeyi çok isterdim ama maalesef nerede ve nasıl yakalandığı hakkında otel görevlisinin bilgisi yoktu.

Balık sanırım ‘blue tuna’ denilen en kaliteli tuna cinsi. Bizde orkinos diye biliniyor. Yılın belli aylarında Kıbrıs açıklarında avı oluyor ve 1 tona yaklaşan kilolara ulaşabiliyor. Resimdeki kuzu 80 kg lık bir balık ancak görevli arkadaş ondan birkaç gün önce 200 kg lık bir tanesinin geldiğini söyledi ve onu fotoğraflayamadığım için epey üzüldüm...


































7 Eylül 2007 Cuma

YENİ SEZON

Balık sezonu açıldı. Tüm balığı ve balıkçılığı seven dostlarımıza hayırlı olsun. Her ne kadar her yıl umutlarımız azalsa da umuyorum bizi şaşırtan olumlu gelişmeler yaşarız en kısa zamanda. Bu arada epey yoğun bir dönemde olduğumdan kaç zamandır balık avı yapamadım dolayısıyla fotoğrafta yollayamadım. Ama az kaldı pek yakında başlıyoruz ve umarım güzel av fotoğraflarını görebileceksiniz.

Bugünkü Milliyet gazetesinde de Hurşit Güneş köşesini balıkçılıkla ilgili bir yazıya ayırmış. Yazıyı okumanızı tavsiye ederim.

4 Eylül 2007 Salı

Lüfer Balığı

Bir lüfer balığıyım ben. Henüz sadece dört yaşındayım ama bu sulardaki hemcinslerim arasında en tecrübeli en büyük balıklardan birisi sayılırım. Dört ay kadar önce suların ısınmasıyla Akdeniz’den kuzeye göç ederek geldim buralara. Zorlu bir yolculuktu ama şans yine benimle birlikteydi ve sağ salim ulaştım kuzeydeki sulara. Eşimle yaklaşık üç buçuk ay kadar önce tanıştık. Türümüzün sayısındaki azalma yüzünden epey zor oldu karşılaşmamız aslında.

Daha sonra yumurtlama dönemimiz geldi ve benim eşim de birkaç yüz bin yumurta bıraktı Karadeniz’e. Bir süre sonra yavrularımız dünyaya gelmeye başladılar. Miniciktiler ilk başlarda, gözümüzle bile çok zor görüyorduk onları. Korumaya çalıştık yavrularımızı ama sadece iki kişi yüz binlercesini korumaya yetmedi gücümüz. On binlercesi yaşama atıldıkları ilk birkaç gün içinde kaybettiler hayatlarını. Pek çoğu diğer deniz canlıları için yem oldu. Ama hiç endişelenmedik. Buralarda denge bu şekilde kuruluyordu çünkü. Zaten bütün yavrularımız yaşasa ilerde yiyecek balık bulamayacaklardı. Ne güzel de dengeliyordu kendisini doğa. Ah bir de dışarıdan müdahaleler olmasaydı...

Tam üç ayımız geçti Karadeniz sularında bu şekilde. Geriye kalan dört yüz kadar yavrumuzun hepsi çok sağlıklıydılar. Çok hızlı büyüyorlardı ve daha şimdiden diğer küçük balıkların korkulu rüyası olmuşlardı. Sular yavaş yavaş soğumaya başladı buralarda. Yavrularımızın temel besin kaynağı olan küçük balıklar da azalmaya. Hayır kesinlikle bizim suçumuz değildi bu. Bizler sadece kendisini mükemmel bir şekilde dengeleyen doğanın birer parçasıydık. Ancak insan denen yaratıklar dev teknelerle gelip bizim besin kaynağımız olan balıklardan ve hatta yavrularımızdan tonlarca yakalayıp gidiyorlardı. Bu kadar çok balığı ne yapıyorlardı acaba. Sudan çıkarıldıktan sonra ağlarından düşüp kurtulmayı başaran bir arkadaşım anlatmıştı. Binlerce balık o ağların içinde sıkışıp can çekişiyorlarmış. Ne kadar korkunç bir yaratık şu insanoğlu.

Aradan birkaç hafta kadar daha zaman geçti. Eşim ve üç yüz kadar yavrumuzla birlikte Karadeniz’den güneye doğru koyulduk yola bu sabah. Buralar epey soğudu artık. Hem daha ılık olan hem de daha fazla besin kaynağı bulacağımızı umduğumuz daha güneydeki sulara inmemizin vakti geldi.

- Bakın önümüzde gördüğünüz İstanbul Boğazı çocuklar. Çok şanslısınız, buralar dünyanın en güzel yerlerinden. Sol tarafımız Asya kıtası, sağımız ise Avrupa! Her balığa nasip olmaz bu sulardan geçmek.

Neşeyle girdik İstanbul boğazının sularına. Daha çok kısa bir yol kat etmiştik ki o da nesi!

- Kaçın çocuklar!! Gırgır diyorlar bu ağlara, bir yakalanırsanız bir daha kurtulamazsınız. Canınızı acıtır, hareketsiz bırakıp öldürür sizleri!..

Çoğumuz kaçmayı başardık ölümcül ağlardan. Kuzenlerimizin yaşadığı Amerika kıtasındaki sularda yasakmış ama bu ölüm kusan tekneler. Eşim hala yanımda ardımızda ikiyüz kadar yavrumuzla Marmara Denizi’nde devam ediyoruz yola. Artık daha hızlı ama daha temkinli yol alıyoruz biraz endişeyle. Saatler geçti, birazdan akşam olacak. Şu sol tarafımızdaki körfeze girelim. Belki karnımızı doyurabileceğimiz bir balık sürüsüne rastlarız...

Tenimde hafif karıncalanma başladı, eşimde de olmuş aynısı. Acaba hata mı ettik kıyıya yanaşarak? Solunum da zorlaştı buralarda. Şu denize dökülen dere... Zehir kusuyor sanki.

- Kıyıdan uzaklaşın çocuklar! Kimyasal atık bunlar. Daha önceden de rastlamıştım çok tehlikeli ve öldürücü olabilirler!

Neyse ki oradan kaçmakta aceleci davrandık. Yine de bize göre çok daha küçük ve hassas olan yavrularımızdan kıyıya çok yaklaşan bazıları başaramadılar tekrar açığa gelmeyi. Tekrar toplandık açıkta ardımızdaki yüz elli yavrumuzla beraber. Sağ kalabilenler dahi güçsüz düştükleri için biraz dinlenip sonra devam ettik yola. Marmara Denizi’ni de kısa bir süre sonra geride bırakacağız. Bundan sonrası Çanakkale boğazı ve Ege Denizi...

Herşeye rağmen Ege sularına gelmemiz biraz keyiflendirdi hepimizi. Su sıcaklığındaki hissedilir artış ve kokusunu aldığımız besin kaynakları tekrar arttırdı umutlarımızı. Fazla zaman kaybetmeden yönümüzü tam güneye çevirerek devam ediyoruz şimdi yola.

Bu sesler...

- Dikkatli olun yavrularım bu sesler iyiye işaret değil. Ne yapsak olmuyor, giderek yaklaşıyor sesler. Bunlar... Bunlar trol tekneleri! Onlarcası yanyana hem de kıyıya bu kadar yakın mesafede! Kaçın miniklerim. Kaçın ve kurtarın canınızı...

Moralimiz iyice bozuk artık. Duymuştum ki akrabalarımızın yaşadığı sularda bu tekneleri icat eden Japonlar bile artık tamamen yasaklamış kullanımlarını. Eşim o kargaşadan sonra kayboldu ve bir daha göremedik onu. Sadece elli civarında yavrumla Ege Denizi'nden aşağı Akdeniz’in ılık sularına doğru yol alıyoruz. Açlık, kargaşa, umutsuzluk. Hayat ne kadar da acımasız.

Neyseki sonraki birkaç günümüz daha sakin geçti. Bulduğumuz sardalya sürüleriyle karnımızı doyurduk son iki gündür. Şimdilerde sardalya sürüsü bulmakta daha zor gerçi. Yıllar geçtikçe onların da sayıları azalıyor. Artık tamamen ılık sulardayız ve tuz oranı da arttı. Umarım Akdeniz bize daha cömert ve daha koruyucu davranacak. Sabah erkenden yine bir sardalya sürüsünün peşinden kıyıya yanaştık. Birazdan tüm yavrularımın karnı doyacak!

- BOOOOOOOOOOOOOOMMMMM!...

Bu kez benim de hiç uyarma şansım olmadı yavrularımı. Hiç görmemiş ama daha önce de duymuştum bu tehlikeyi. Dinamit attılar sürümüzün tam ortasına. Sadece benle birlikte sardalya sürüsünün önünü kesmeye giden üç yavrum kurtulabildi. Ne yapacağımı bilemez haldeyim artık. Buralarda kalıp kalan üç yavrumun da ölmesini bekleyemem. Onları da alıp çok uzaklara gideyim diyorum. Kötü insanların bizleri bulamayacağı sulara. Hangi yöne ya da ne kadar gideceğimi bilmiyorum. Sadece gideyim istiyorum. Bir daha bu sulara dönmemek üzere. Gideyim...
Google